Bu Blogda Ara

26 Ağustos 2012 Pazar

Takas ve arka planındaki taktik değişimleri




Malumaliniz geçtiğimiz günlerde İtalyadaki müthiş Pazzini-Cassano takası pazarlıkları fazla sürmeden noktalandı. Bu tür transferler her ne kadar bize çok yabancı olsa da İtalya'da bu kulüpler arası geçiş sık yaşanan bir durum. Bu transferin maddi yönü, özellikle Milan'ın Cassano'nun üstüne verdiği +7milyon € ile kimin kârlı çıktığı tartışıladursun, biz takımlardaki kimlik değişikliği ve bu oyuncuların da bu değimindeki kilit rolü oynayacağı taktik arkaplanına bakalım.


 İnter'den başlayacak olursak; Mourinho dönemi birlikte takım Motta, Cambiasso, Muntari, Zanetti, Stankovic, Sneijder gibi kuvvetli, iyi pas yapabilen orta saha oyuncularıyla ileri uçta görev yapan Milito, Eto'o'ya ortadan top taşıyan, baklava taktik dediğimiz düzenle oynayan takım hüviyetini kazandı. Mourinho sonrası Balotelli, Eto'o, Pandev gibi oyuncuların da ayrılmasıyla birlikte, göreve gelen Rafael Benitez'in elinde yetenekleri daha kısıtlı bir takım kaldı. Gidenlerin yerine Pazzini, Forlan, Zarate gibi oyuncuların alınması takımın hücum yönünü orta alandan çıkan toplarla belirlemesi dışında başka seçenek bırakmıyordu. Bu da onları atak yönünden daha kısırlaştırıp savunulması kolay bir takım haline getiriyordu.  Burada Mou'nun taktik zekasını bir kez daha takdir etmek gerekir ki, aynı özellikte adamlar olmasına rağmen kendisi Eto'o'yu zorlu Şampiyonlar Ligi sürecinde ekseriyetle sağ açıkta, Milito'yu da Barcelona maçından hatırlayacağımız şekliyle sol açıkta oynatıp oyunculardan çok farklı şekilde yararlanıyordu-. Nitekim bunun acı meyveleri kendini vermeyi fazla geciktirmedi ve Benitez takımdan ayrıldı. Fakat bu da çözüm değildi sonrasında gelen Ranieri'nin de ömrü Benitez'den pek uzun olmadı ve genel olarak İnter geçen sezonu tam bir hayalkırıklığıyla bitirdi. Bu sezon hücumda farklılaşmaya ve çeşitliliğe giden takımda ilk transfer Genoa'dan Rodrigo Palacio oldu. Bu transfer önceki sezon yapılan Pazzini ve Forlan'a nazaran daha sprinter ve geriden top alıp kanatlara inebilme profiliyde değişimin ilk emaresiydi. Ve son olarak Pivot santrafor diyebileceğimiz Pazzini'nin takasla Cassano'yla transferi bu değişimin tescili oldu adeta. Artık İnter'in oyun planı değişmişti, eski rakibi ortadan delmeye çalışan takımın yerine tam 4-3-3'ün kanatlarında bulunması gereken özellikleri bünyesinde barındıran Cassano ve Palacio'nun alımının dışında Ricky Alvarez, geçen sezon Espanyol'da kalitesini belli eden Coutinho gibi oyuncuların varlığı, ortasadaki Sneijder'in maestroluğunun dışında takıma farklı ve zenginleştirici bir hücum opsiyonu sağlıyor.


 İşin Milan boyutuna bakarsak; burada düzen tam tersi yönden işliyor İnter'e göre. Geçen sezon Zlatan İbovic, Pato, Robinho, Maxi Lopez, CAssano gibi oyuncularla 4-3-3'e yakın oyun planıyla oynayan takımda değişim göze çarpıyor. Özellikle Zlatan'ın ayrılışı, Maxi Lopez'in bonservisinin alınmayışı ve son olarak Cassano'nun verilip bunların çok dışında özellikleri olan Pazzini'nin alınması ve güçlü orta alana yapılan Montolivo, Muntari, Traore takviyeleriyle birlikte Prince Boateng'in oyun kurucu rolünün gelişmesi, tüm bu saydığım faktörlerle bana öyle geliyor ki İnter'in eski oyun planına dönüldü. Tüm bunların dışında takıma eleştiri getirilen yön Pazzini transferi oldu. Fakat transferin maddi yönünden bakarsak; İbrahimovic ve T.Silva'dan kazanılan para miktarı Milan'a oyuncu satışı konusunda kontakta olan takımların iştahını kabartır ve Cassano'nun da takımdan ayrılmak istemesini fırsat bilen İnter bunu iyi kullanmış. Diğer yandan dışarıdan alınacak yabancı oyuncunun Serie A'ya uyum kumarı ortada varken, yerli oyunculardan bazılarının başka kulübe gitme heyecanını artık kaybetmiş olmaları -Di Natale, Boriello, Quagliarella...-, yeni nesil forvetlerin de -Borini, Destro, Giovinco- bu değişim öncesi tüketilmiş olmaları bu transferi mantıklı kılan diğer bir yön.
 Bunların yanında İnter kariyeri sonrası kendisine karşı oluşan soru işaretlerini dağıtmak Pazzini için iyi fırsat. Bunu Prince Boateng, Robinho, Montolivo gibi oyuncuların beslemesiyle de başaracağını düşünüyorum.


Son olarak bazılarınca sürpriz olarak değerlendirilen bu takasın taktik arkaplanına bakınca gayet mantıklı, sistematik hamleler gibi görünüyor. Bilmiyorum kafamda yarattığım tüm bu sistemler olmayabilir de. Ayrıca ilgimi çeken diğer bir özellik Cassano'nun altyapısını aldığı İnter'le, Montolivo ve Pazzini'nin Atalanta ve Fiorentina duraklarından sonra 3. kez yollarının kesişmesi.

cassano inter

 Bundan tam 5 yıl önce 2007'de Wembley stadında İngiltere'yle oynanan u21 maçında yaptığı hat-trickin yanında oynadığı müthiş futbol ve gol sonrası yaptığı klasik sevinciyle gönlümde dikdatörlük bayrağını diken Pazzo, o bayrak hâla çıkmadı.  



13 Ağustos 2012 Pazartesi

Susmalı



 Son günlerde yaşadıklarım çok farklı. Yazmaya dair yetimi kaybetmiş gibiyim. Bu biraz da bilinçli bir eylemsizleşme durumu aslında. Öncesinde aklımdan geçen, o an düşündüğüm ya da herhangi bir haber karşısındaki tepkimi gerek oturup bir kağıda, gerekse internette o an ki ortamda paylaşma isteği doğardı. Ama artık bu durum tam tersine dönmüş durumda. Yazmaktan korkar hâle geldim. Bunun büyük sebebi içimden öyle geliyor olması, kısmen de- nette önceki düşünce tarzıma bakmayı, bazı olaylar karşısındaki tepkilerimim zamanında nasıl olduklarını görmeyi isterim çoğunkez- ve bundan deneyimlediğim her zaman şiddetle eleştirdiğim düşünce tarzı olan "olaylar hakkında yeterli bilgisi olmayıp o konu hakkında yorum yapan" insan profiline girmiş olmam. Yani ezbere dayalı ya da başkalarının ağzıyla konuşma.(Bu bende fazla olmasa da ufak belirtilerinin bile olması beni ziyadesiyle rahatsız ediyor).

Ve bu süre zarfında birşeyler yazmaktan kaçınmamın bir sebebi de siyasete ilgi sarmam. Şu son zamanlarda önceden bende hiç olmayan bir şey; siyasi konulara, memleket meselelerine, dünyada olup bitenlere, halihazırda devam eden savaşlara ve sonralarında oluşan düzenlere.. yani özetle dünya ve memleket meselelerinin sebeblerini-sonuçlarını araştırıp-öğrenmeye ve neticesi olarak kafa yormaya başladım. E bu süre zarfında da okuduklarımdan, öğrendiklerimden bir şeyler öğrenir öğrenmez papağan gibi her yerde şakımak gafletinden korktuğumdan dolayı da yazmaktan kaçındım. Ve öncesinde içinde ya da çevresinde büyüdüğüm tüm siyasi ezberlerin hepsini bir köşeye bırakarak elimden geldiğince her kesim yazarın yazılarını okumaya gayret ediyorum. Zira ideolojik ezberlerin dışına çıkamayan, bir olay karşısındaki tepkisini karşı ideolojiye bağlamak ucuzluğuna kaçmak da en büyük nefretlerimden. Ve bu yolda da günlük makale okuma sayımı şuanlık çift hanelere dayandırmış durumdayım. Tüm bunların dışında ben bir gazeteci adayıyım. Benim hayat görüşüm bir ideolojinin çevresinde kısılıp kalacak değil, mesleki hayat öncesi kendime verdiğim en büyük söz; şuan okuduğum bazı yazarlar gibi siyasi partilerin değirmenlerine su taşıyan yandaşlardan olmaktansa bu mesleği hiç icra etmemek.

 Bittabi, bu önceki futbol dışı çok bir şey düşünmeyen, daha doğrusu duyarsız kalmayı yeğleyen adam profilinden sıyrılışım ve bu durumun dışarıdan görünüşü sonrası çok yakın arkadaşımdan aldığım tepki "niye bu boş işlerle uğraşıyorsun, sen bu değilsin" oldu. Fakat belli ki beni iyi tanıyamamış, zira hayatta hiç bir zaman bir alana kısılıp kalmamışımdır. Yani hayatta her zaman yaşadığımız, önümüze önyargılardan ya da kısıtlamalardan duvarlar dikip kendimizi hapsettiğimiz küçük dünyalarımızın dışında da bir dünyanın varlığından haberdar olup, o dünyalara kanatlanan kuş merakındayımdır. Bu da kendimde en sevdiğim yanımdır ve bu yazmaya dair "pasifleşme" sürecinde okumalarla sürekli yeni şeyler keşfettim. Özetle şuana kadar hayatımda hiç bir işi birilerine yaranmak, hoş görünmek ya da birilerinden takdir toplama gayesiyle yapmadım, yapmam da. Her zaman kalbimin ve aklımın götürdüğü yere gitmişimdir, hiç bir dış sese kulak asmadan. Ve bunu iyi hissettiğim sürece de devam ettiririm.

Biliyorum, yazıya başlamadan önce kafamdaki yazı taslağıyla başladıktan sonra şuan geldiğim nokta yine çok farklı oldu diğer yazılarımda olduğu gibi. Ama bu da bendeki yazım tarzı oldu sanırım, yazı yazmaya başladığımda koyduğum bütün kıstasları yıkıp o an kafamın içinde cirit atan düşünce her neyse onu yazasım geliyor. Şimdi diyeceksiniz tüm bunlar nereden çıktı, ne oldu da böyle saçmalamaya, düşünmeye başladın? Söyleyeyim dostlar; beni Ludwig Wittgenstein'in "ÜZERİNE KONUŞULAMAYAN KONUSUNDA SUSMALI" sözü çarptı. Bu söz o kadar çarpıcı, etkileyici ve hiç bir şey söylemeden dünyaca şeyi çağrıştırıp-düşündürücü ki anlatamam benim açımdan. -Tabi salt bu sözün anlamının dışında bi'şeyler çıkarıp bu yazıyı yazdığımı da anlamışsınızdır-