Bu Blogda Ara

4 Şubat 2013 Pazartesi

Aslan yattığı yerden belli olur



Mezarımı bir tepeye kazsınlar,
Uçan kuşlar esen yeller dostumdur.
Başucuna şair diye yazsınlar,
Yağan yağmur, akan seller dostumdur…
     -Nedim Uçar


yüzyıllık yalnızlık

Bu yazımın konusu yazar ve şairlerin mezar taşı yazıları. Evet yanlış okumadınız mezar taşı.. Yazarlar ömürlerinin sonuna yaklaştıklarını hissettiklerinde veyahut bu günün er geç bir gün geleceğine olan inançlarından doğan ve ardında bırakacakları bu dünyaya bir söz söyleme; belki yitip gitmiş bir hayat, belki de tam kararında bu dünyanın tüm nimetlerinden yararlanılmış şekliyle ömürlerini tamamladıklarında, dünyaya; ardında bırakacakları bu evrene bir mesaj bırakma isteği doğar içlerinde. Bu kimi zaman bir mektup olur, kimi zaman hayatı özetleyen bir yazı, kimi zaman hiç bir zaman söylemeye cesaret edemediği bir itiraf, kimi zaman da mezar taşına yazılmış ve tüm yaşanmışlıkları, hayalkırıkları, heyecanları, pişmanlıkları veyahut hayattayken belki de varoluş sebebi olan halet-i ruhiyeyi tanımlar mahiyette bir söz... Sevgili Tarık Tufan abimizin "İnsan tamamlanmamış bir cümledir" sözünden yola çıkarak belki de bu cümleye bir son nokta koyma isteğidir bu. Kim bilir?  Bugün ardında bıraktıkları ve adeta halen devam eden varlıklarının simgesi olan mezar taşlarını konu edindim kendime. (Yazdıkları mektuplar ve son yazılar da bir diğer araştırma konum) Şimdi size çoktan beri bende varolagelen bu 'merak düşüncesinin' biraz araştırmayla ortaya çıkardığı tabloyu göstermek istiyorum. 

Ahmet Hamdi Tanpınar

-Söze ilk olarak beni bu yazının temelindeki soruya yönlendiren kişiden başlamak istiyorum: Ahmet Hamdi Tanpınar. Bendeki türk edebiyatının karşılığı durumunda olan bu büyük zatın yaşadıkları, yazdıkları, yazdıklarının temelini oluşturan hissiyatları, düşünceleriyle ve ardında bıraktığı sözün çarpıcılığı beni her zaman etkilemiştir. Eserlerinde zaman kavramıyla hep bir alıp verememişliği göze çarpan, onunla çok özel bir ilişki kuran bir zattan zaman kavramı dışında bir söz beklenebilir miydi?:


          "Ne içimdeyim zamanın ne de büsbütün dışında"




Nikos Kazancakis

-Çok meşakatli bir yaşamı oldu, hayatta hiç bir zaman rahat bir yaşam süremediği söylenir. Ben ve birçokları için Zorba gibi nefis kitabın yazarı olarak bilinse de özellikle Hristiyanlık ve onun İsa algısıyla her zaman tartışmalı bir sürecin içinde olmuştur. Ve bu yüzden dinden aforoz edilir, Almanya'da sürgün hayatı yaşar ve Freiburg şehrinde ölür. Cenazesi ülkesine geldiğinde Ortodoks kilisesi mezarlıkta defnedilmesine izin vermez ve Girit'i çevreleyen Venedik surlarının burçlarından birinin altına gömülür. Ve ardında bıraktığı bu tek anıtın üzerinde belki de o zor yaşamında onu ayakta tutan cümle yazılıdır:

                    “ Hiç bir şey ummuyorum, hiç bir şeyden korkmuyorum, özgürüm."




Rainer Maria Rilke

"Bir gün, bir dostunun şatosu olan Muzot’da kalırken, şiirlerine tutkun güzel bir Mısırlı kadın gelir şairi görmeye. Rilke sevinir, ona gül toplamak için şatonun bahçesine geçer. Eline diken batar gül koparırken. Ağrı artınca, hekime görünür. İlerlemiş durumda kan kanseri olduğu anlaşılır. İki ay sonra 29 Aralık 1926 da İsviçre’de bir Şatoda ölür. Mezar taşına, kendisinin özellikle hazırladığı şu mısralar yazılıdır:"(Alıntıdır)


                            “Gül ey saf çelişki 
                             Bütün göz kapaklarının altında 
                             Hiç kimsenin uykusu olamamanın sevinci…”



Edgar Allan Poe

-Yaşamını yoksulluk içinde geçiren ve çok sevdiği eşi Virginia'nın genç yaşta ölümünün ardından yıkılan Poe, eşinin ölümünden sadece iki yıl sonra 1849 yılında 40 yaşındayken bir tavernanın önünde baygın bulunmuş ve birkaç gün sonra da yaşamını yitirmişti. 1849'da yaşamını yitiren Poe'nun mezar taşında şöyle yazmaktadır: 
 "9 Ekim 1849'dan 17 Kasım 1875'e kadar Edgar Allan Poe'nun gömüldüğü orijinal yer." elbetteki Annabel Lee ve Kuzgun gibi 2 harika şiiri yazmış birinin mezarı bu kuru sözleri yazarak geçiştirilemez, hayatını özetler mahiyette olan şu söz kendisine yaraşır değil mi?:  

                                      “Dedi Kuzgun: Hiçbir zaman.”



Yahya Kemal Beyatlı

Kendimce büyük bir söz edip, Türk şiirinin tepe noktasına koyduğum Yahya Kemal Beyatlı, kendisine bağırsak kanseri teşhisi konulmasının ardından Paris ve son olarak Cerrahpaşa'da tedavi sürecine girer. Ve yazık ki bu mücadeleden yenilgiyle ayrılır. 74 yaşında hayata gözünü yumduğu anda son sözü Baki’nin: Allah’adır tevekkülümüz, itimadımızmısrası olduğu ve öldükten sonra yastığının altında bulunan buruşuk bir kağıda şu beyti yazdığı söylenir:

     "Ölmek kaderde var, yaşayıp köhnemek hazin
     Bir çare yok mudur buna Ya Rabbel alemin"

Mezar taşında ise Şirazlı Hafız için söylediği şu mısralar yazılıdır:


“Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında yatan kabrinde 
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.”


Virginia Woolf

-Artık eskisi kadar güzel ve etkileyici yazamadığını düşünüyor, bundan müthiş bir can sıkkınlığı duyuyordu. Hayatın anlamını sorgulayan soruları kendine sorup her seferinde arafta kalışı da cabası. Bu duruma daha fazla tahammül edemeyeceğini hissedip intihara karar verdi. Sırılsıklam şekilde cansız bedeni nehirden çıkarıldığında bu hayata tekrar dönmemek, o küçükte olsa ihtimali ortadan kaldırmak için ceblerini taşlarla doldurmuştur. Ve kocası Leonard'a müthiş acı bir mektup bırakmıştır. Aslında yazının başında söylediğim ölüm mektubu ve yazılarını bir başka yazıya sakladığımı söyledim fakat bu mektup beni her zaman çok etkilemiştir, onun için buraya da aktarıyorum:

"En sevdiğim,

Yine delirecekmişim gibi hissediyorum. Bu korkunç günleri atlatamayacakmışız gibi hissediyorum. Ve giden zamanı geri çeviremeyeceğim. Sesler duymaya başlıyorum ve konsantre olamıyorum. Bu yüzden yapmam gereken şeyi yapıyorum. Bana verebileceğin en büyük mutluluğu verdin. Kimsenin yapamayacağı şeyleri yaptın. Bu kadar şeyden sonra iki insanın birlikte daha mutlu olabileceğini sanmıyorum. Ben artık savaşamayacağım. Biliyorum, senin hayatını mahvediyorum, bensiz daha mutlu olacaksın. Görüyorsun bu mektubu bile doğru düzgün yazamıyorum. Okuyamıyorum. Hayatımdaki bütün mutluluğu sana borçlu olduğumu söylemek isterim. Bana karşı inanılmaz sabırlısın ve iyisin. Şunu söylemek istiyorum -aslında bunu herkes biliyor- eğer biri beni bu durumdan kurtarabilecek olsa bu sen olurdun. Her şey beni terkedip gitti ama senin iyiliğin hep benimle kaldı. Artık senin hayatını mahvetmeyeceğim. Kimse bizim seninle mutlu olduğumuz kadar mutlu olamazdı.
V."    
 Yakıldıktan sonra küllerinin gömülü olduğu koca bir ağacın altında aynı zamanda "Dalgalar" adlı romanının da son cümlesi olan şu cümle yer alır:


“Kendimi sana doğru savuracağım, yenilmeksizin ve boyun eğmeden, ey ölüm!” 


  -Kendini hayata karşı zayıf hissettiği, dünyanın kendisi üzerinde taşınmaz bir yük olduğu anda bu hayata veda etmeyi tercih etmiş birisi için çok asil bir söz değil midir?
 -Hayatının konu edinildiği 'Saatler' filminin de şu sahnesin izlemenizi şiddetle tavsiye ederim;




Karl Marx

Edebiyatçılar arasından geçelim bambaşka bir kişiye; Karl Marx'a. Düşünce ve fikirleriyle dünün dünyasını değiştirmiş ve halen ilk günki etkisi süregiden Karl Marx'ın çok çetrefilli kişisel/siyasi hayatı oldu. Almanya'da, Belçika'da kabul görmeyip Londra'da yoldaşı Friedrich Engels'in desteklemesiyle yaşamını ve çalışmalarını sürdüren Marx, 80li yıllarda önce eşi, ardından ise kızının ölümüyle birlikte gelen akciğer iltihabı hastalığına fazla dayanamaz ve 1883'te Londra'da yaşamına veda eder. Bugün kendisiyle birlikte diğer birçok tanınmıi kişiye ev sahipliği yapan Londra'daki Highgate Mezarlığındaki mezar taşında hayatı boyunca hep inandığı değer ve düşüncelerin nişanesi vardır adeta: 
    
           “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!

                           "Filozoflar dünyayı, yalnızca, çeşitli şekillerde yorumlamışlardır;                oysa sorun onu değiştirmektir."



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder