Bu Blogda Ara

9 Mayıs 2013 Perşembe

Yaşasın Karamazov!



Dosto Baba ve Karamazov Kardeşler'i.. Hakkında ne söylenebilir, nasıl söylenebilir; kitaba hakkını teslim etmek, bu müthiş deha işi eseri kendisine yaraşır bir şekilde kutsamak için... Öncelikle belirteyim ki, kitabı okuma sürecinde müthiş bir diyaloğa giriyorsunuz Dostoyevksi'yle ve onun karakterleriyle. Hatta o da yetmiyor kitabı okuduğunuz her bölüm sonunda içinizde yazmaya dair müthiş bir istek uyanıyor ama gel gör ki masa başına geçip yazmaya gelince tıkanıyor insan, böylesine insanoğlunun yaratabileceği en güzide eserin sahibi yazarla aynı uğraşı; 'yazmak uğraşını' paylaşmanın verdiği dayanılmaz ağırlığı parmaklarınızın ucunda hissediyorsunuz. Ama diğer yandan da bu eseri okuyan bir insanda sanmıyorum ki, hakkında konuşma-yazma isteği uyanmasın. Bu bir gerekliliğe dönüşüyor adeta, bende olduğu gibi. Yazmazsam beyinde uçuşan tüm o duygu-düşünceleri kısmen de olsa belli sistematiğe dökmezsem, o bir toz bulutu-kaos ortamı olarak varlığını her daim sürdürecek gibi.

 Dosto babaya düşecek ne dipnotum, ne yorum getirecek cesaretim ne de eleştirip yargılayacak cürretim var. Bunun dışında söyleceklerim de kitabın özeti durumunu göstereceğinden bir kaç yerinden aklımda kalanları tutup bunu söylemeli. Öncelikle 3 kardeş de(aslında 4, gayri-meşru Smerdyakov da vardır) birbirine o kadar zıt karakterlerde ve dünyaya çok farklı pencerelerden bakan karakterler olsa da Dosto baba tüm hepsini bir potada müthiş eritmiş. Beni özellikle Alyoşa ziyadesiyle etkiledi, onun o her durumda -bazen sinir bozucu bir saflığa kaysa da- açık olan 'kalp gözü', en tasasız-kaygısız-dünyayla barışık karakteri olarak görülse de bana göre romanda İvan'dan dahi çok arayışta olan, kimliğini arayan ve bunun sancılarını çeken karakteridir(din-ahlak, şehvet, onur ve kudsiyet gibi duygulardır ona gelgitler yaşatan) ve Dosto'nun da deyimiyle "Dünyanın kötülük dolu karanlığından sevgi aydınlığına atılan ruhunun kurtuluşunu manastırda bulmasıydı rahip olması" ve manastır onun için bir kaçıştır.



 -Diğer karakterimiz İvan ise, bana göre Dostoyevski'nin yaratmış olduğu en derinlikli karakterdir ve tek başına varoluşu simgeler -ki bendeki izleri kitabın dışına çıkıp Camus'un Meursaultu, Kafka'nın Gregor Samsası, Yusuf Atılgan'ın Aylak Adamı ve hatta ve hatta Tanpınar'ın Hayri İrdal'iyle kan bağlılıklarını sezinledim. Ve eminim ki kitabı her okuyuşumuzda ona dair yeni bir şey keşfedeceğiz. Nihilist ve ateist olan İvan'ın, iman abidesi Alyoşa'yla yaptığı konuşmadaki yaptığı din eleştirisi -"Büyük Engizisyoncu" ve öncesindeki "Başkaldırma" bölümleri müthiş çarpıcı ve sarsıcı bölümler. Dikkat çekici bir alıntı yapmak gerekirse;
 "Şu yeryüzünde herhangi bir şeyi affetmeye hakkı olan, affedebilecek olan bir kişi olsun var mıdır? Ben uyum istemiyorum. İnsanlığı sevdiğimden dolayı istemiyorum. İntikamı alınmamış acıyla bir başıma kalmayı yeğlerim. İntikamı alınmamış acıyla ve dindirilmemiş gazapla... Yanılıyor olsam bile... Ayrıca, uyum için istenen bedel çok fazla, o kapıdan girebilmek için elimizde olanların çok ötesinde. işte ben de o kapıdan giriş biletimi bir an önce geri vermek istiyorum, eğer dürüst bir insansam onu mümkün olduğunca çabuk bir şekilde geri vermem gerekir. Benim yaptığım da bu. Kabul etmediğim şey Tanrı'nın kendisi değil, Alyoşa, ben sadece son derece saygılı bir şekilde o bileti ona geri veriyorum.
    "Yalnız şu var, Tanrısız insan nasıl erdemli olabilecek? Kafamı kurcalayan soru bu işte. Çünkü o zaman kimi sevecek insanoğlu, kime minnettar olacak, kime ilahiler okuyacak? Böyle söyleyince gülüyorlar insanlar bana. 2 gecedir bunu düşündüğüm için uyuyamadığımı söylersem güler misin bana? Bu durumun insanların aklını kurcalamamasına şaşıyorum."
Dosto babanın büyüklüğü buradan gelir ki, herkesçe fuzuli ve akışı bozan bölüm olarak görülen "Rus Rahibi" bölümündeki Zosima dedenin hayat hikayesinde de İvan'ın bu tezinin müthiş bir antitezini yapar.
   " -Beni böyle heyecanla yadsımadan varlığıma gene de inandığını sezinliyorum.
    + Hiç! yüzde de bir bile inanmıyorum
    - Ama binde bir inanıyorsundur. İnanç ne denli az olursa o denli güçlüdür. İtiraf et ki, on binde bir de olsa inanıyorsun."
 Ve ilginçtir Dostoyevski öncesinde cinayeti tasarladığına herkesin emin olduğu ve işlendikten sonra da karşılaşmalarına rağmen, Mitya ile ailenin koruyucusu, iyilik timsali-akıl hocası Alyoşa'yı çok fazla yan yana getirmez. Buna karşın sürekli İvan'la irtibat halindedir Alyoşa. Bunu elimdeki şu reel bilgiyle bağdaştırmak isterim ki, Puşkin'in anması için bir araya gelen dönemin önemli Rus yazarlarının bulunduğu mekanda Dostoyevski, Karamazovlar'ın iki kahramanına atıf yaparak; "İşte Rusya'nın geleceği! Coşkun yürekli Mitya'yla, ruhu ezilmiş, saf ve bilge Alyoşa'nın kucaklaşmasındadır" demiştir.


 Cemil Meriç “Bir insanı tanımak için acılarını endişelerini beklentilerini bilmemiz lazım hiç değilse” der. Sanıyorum ki bu sözün anlamını bulduğu yer bu kitaptır. Zira Dostoyevski din, ahlak, şehvet, siyasi fikirler-ideolojiler, toplum ve onun kuralları, toplumun içinde biçimlenen insan vs. gibi konuları kahramanları üzerinden dillendirerek sizinle sohbet havası yaratır. Ve kahramanları o kadar kanlı canlı, kafada hemen parlayacak berraklıktadır ki, onların tamamen hayal ürünü olduğu düşüncesi -en azından içinde yaşadığımız çağda insan beynine yapılan haksızlık, aşağılamalarla- pek yer edinmiyor, bunda kısmen haklılık payı da vardır; tamamen olmasa da Dostoyevski karakterleri oluştururken kendi hayatından alıntılar yaptığını görürüz; 3 yaşında ölen çocuğunun ismi olan Alyoşa ismini kullanması, ve bunun şokunu/hayalkırıklığını kitabın en sağlam yan karakterlerinden olan İlyuşa'nın ölümü ve bıraktığı etkiyle vermesi, sürgün yıllarında babasını öldürmekle suçlanan bir mahkumla tanışması ve Dostoyevski'nin babasının da çalışanları tarafından öldürülmesi ile öldürüldüğü yer olan kasabanın(kitapta 1 kez geçiyor yanılmıyorsam) aynı zamanda romanın geçtiği yer olması örnek verilebilir. Aslında bu temelde bakarsak, romanın başındaki Freud yazısından da ilham alarak, kitaptaki 3 kardeş karakterin birbirinden taban tabana zıt karakterlerinin tüm özelliklerini, duygu-düşüncelerinin tamamımının kıyısında gezinmiştir Dostoyevski, çünkü buna çok benzer karakterleri diğer eserlerinde de görüyoruz(Alyoşa ile Budala'nın Prens Mişkini benzerliğiyle, Mitya ile Ezilenlerin Prensi ve kısmen Kumarbazdaki karakterin benzerliği)

Romanın temel olay örgüsünün bir cinayet üzerine kurgulanması (kısmen bunun romanın içinde emarelerini görsek de) 'olay romanı' havası verebilir fakat öyle değil. Zira Dosto'nun buradaki derdi, sıkıntısı, anlatmak istediği olaydan/cinayeti kimin işlediğinden ziyade cinayete götüren nedenler ve kaynakları, cinayeti işleyen psikolojinin arkaplanına ulaşmak ve bunun karakterlerdeki yansımalarına bakış atmaktır. Sıkı bir Dosto okuyucusu olduğumdan, bu konudaki bana en ciddi avantajı, Dosto'nun aslında romanın ta en başından okuyucuya empoze etmeye çalıştığı 'katil Mitya' algısıdır.(Gabo'nun bir eserine altbaşlık olarak verdiği 'İşleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsü'ne çok benzer şekilde) -ki okuyucunun bu sonuca varması için kitapta çok fazla bu yönde eğilimler vardır; En basitinden cinayet sonrası 'dibe vurma kültürünü' yaşamak istercesine Gruşenka'yla alemlere girmesi..(Buradan harika bir sinema filmi karesi canlandı gözümde) Bunlara karşın gerçek kitabın bir yerindeki Mitya-Alyoşa konuşmasının satır aralarındadır. Dosto'dan çok dilim yanıp ters köşe olduğumdan bu romanda teşhisimi koymadan önce çok temkinli davrandım, hatta öyle bir noktaya vardım ki bir an Alyoşa'nın bir ara-Zosima dedenin ölümü sonrası- içine düştüğü karamsarlığın sebebi olarak 'acaba cinayette onun mu parmağı var?' sorusunu sordum kendime.


Sona yaklaşırken bir uyarı yapayım ki Dostoyevki, özellikle de bu eseri okuyan bir daha iflah olmaz. Bu eseri okumak insanın ufkunu açıyor, okuma zevki denen şeyin hazzını dibine kadar yaşatıyor ve sanki daha önce hiç kitap okumamışsın gibi böyle kitapların varlığını hatırlatıyor fakat bu pek uzun sürmeden anlaşılıyor ki, bu kitaba özgü bir durummuş. Zira Dostoyevski okumanın insana sorumluluk ve kendisine yeni bir eşik yaratma misyonu yüklediği bilinciyle kitap konusunda daha seçici davranarak William Faulkner ve Herman Hesse okumalarına girdim fakat kesinlikle tatmin etmiyor artık Dosto'dan sonrası. Onun için artık dönüp dönüp tekrar Karamazovlardan parçalar, altı çizili cümleler -ki haddinden fazla var- okuyorum.  Ahh Dosto ahh.. Yaktın bizi, pranga vurdun zihnimize. Ama yine de son bir kez;

"Yaşasın Karamazov!"