Bu Blogda Ara

7 Eylül 2014 Pazar

Cevdet Bey ve Oğulları

 Kalabalık bir aile içerisinde yaşanan coşkunun, birlikteliğin, dayanışmanın ve iç çekişmelerin karşısında yalnızlığın arzulanan çekiciliğinin, birey olma yolunda soyutlanmaların ve sanatın ve siyasetin dehlizlerinde dolanan idealist karakterler üzerine inşa edilmiş; 3 kuşağın günlük yaşam ritüellerini hiç bir ayrıntıyı ıskalamadan ve sırtını zamanın ruhuna yaslayarak anlatan 'sinematografik' bir kitap  Cevdet Bey ve Oğulları . Nişantaşılı bir ailenin 3 kuşak boyunca serüvenlerini anlatan bu kitap içerisinde barındırdığı karakter çeşitliliği ve bu karakterlerin her birinin temsiliyetini oluşturduğu kimlikleri, refleksleri ve idealleriyle panaromik bir aile hayatı sunuyor . Bu yönüyle Cevdet Bey ve Oğulları'nın tarihi aynı zamanda bir Cumhuriyet tarihidir.
 Cevdet Bey, Meşrutiyet döneminde ticarete atılmış o dönemim azınlık sayılabilecek Müslüman tüccarlarındandır. Hayattaki tek ideali olan iyi bir tüccar olmak ve batılı anlamda modern bir aile yaşantısı kurma hayallerini Cumhuriyet'in temellerinin atılmasıyla daha rahat hayata geçirmiştir. Eski bir Jöntürk olan abisi Nusret'e mukabil yumuşak başlı bir karaktere sahiptir. Kitabın ilk bölümü Cevdet Bey'in 1 günlük yaşam ritüelini en ufak ışığı kaçırmadan detaylı ve okuru içine çekerek çok güzel bir şekilde anlatır. Cevdet Bey'in henüz bekarken kurduğu nalburiye dükkanına "Cevdet Bey ve Oğulları" ismini vermesi ve kitabın bu adla böyle bir eksende ilerleyeceği izlenimi yaratsa da Orhan Pamuk'un kitaptaki dinamizmi mühendislik fakültesinden 3 arkadaş olan Refik, Ömer ve Muhittin üzerinden sağladığını görüyoruz. Bana göre Orhan Pamuk'un yazar olarak en temel meselelerinin başında gelen "bir başkası olma" ve "ötekini düşünmek" halini burada bir teknik olarak kullanır. Yazarın bu kitabı 22 yaşında yazmaya başladığını göz önünde tutarak; o yaşta olağan olarak göreceğimiz farklı ruh halleri merakının, hayatın çeşitliliği düşüncelerinin ve bir yaratıcı yazar olarak "peki ya başka türlü olsaydı?" düşüncesiyle oynama fırsatını cömertçe kullanmıştır. Bu haliyle tek bir noktadan -mühendis olarak- başlayan karakterleri istediği gibi yönlendirmiştir. Nitekim mühendislik fakültesinden 3 arkadaş olan Refik'le aklı ve huzuru, Ömer'le hırsı ve şevki, Muhittin'le de melankoliyi ve tutunamamayı karakterlere giydirmiş ve bu yönde maceralara sürüklemiştir.

    REFİK: Vatanın kurtuluşunu odasında arayan bir Robinson
 Zengin bir konak yaşamı ve yolunda giden iş ve evlilik hayatı Refik'e tasasız, mutlu bir hayat sürdürmektedir. Konformizme meyilli fakat bunun yalnızlığı ve sıkıcılığından tereddüt eden ve bunu zorunlu olarak yürüttüğü arkadaşlık ilişkileriyle dağıtan biri. Muhabbetlerin öznesi değil, nesnesi olmuş daima. Fakat babası Cevdet Bey'in ölümü üzerine varoluşsal sıkıntılar baş gösterir hayatında ve okuduğu Fransız Devrimi yazarlarının da etkisiyle kendini düşünsel alanda üretkenliğe verir. Bu yolda eşinden, ailesinden kaçamak olarak gördüğü taşraya(Kemah'a) gider. Bir Cumhuriyet aydınının taşrayla ilişkileri olarak da görebileceğimiz bu yolculuğa yüce amaçlar katma amacıyla köy sorunlarıyla ilgilenmeye başlar. Fakat orada gördüğü sefalet ve durağanlık onu umutsuzluk haliyle düşünsel olarak ütopik fikirlere sürükler. Nihayetinde kurguladığı 'köy cenneti' tasarıları pek itibar görmez. Sonrasında oğlu Ahmet'in değişiyle "vatanın kurtuluşunu odasında arayan bir Robinson" edasıyla yayınevi işine girer ve en son olarak kendisi hala muallakta kalan bu haliyle Paris'te Sartre'a "Aydınlık Türkiye'ye nasıl gelir?" sorusunu sorarken buluyoruz. Sartre'in cevabı hayatının çelişkisini ortaya koyar mahiyettedir: "Mösyö, sizin yerinizde ben olsaydım, bu azgelişmiş ülke aydını olarak burada sütlü kahve içmez, ülkemde öğretmenlik yapardım."

(Orhan Pamuk'a ait müsvedde)

ÖMER: Yıkıntılar kentinden kendi küçük krallığına
 Nurdan Gürbilek'in Ecinnilerin Stavrogin'ini tasvir ederken bahsettiği 'küstahça kendine dönüklük, zalimliğe varan kibir ve bir zırh gibi kuşanılan kayıtsızlık' nitelikleri Ömer'de vücut bulmuştur burada. Londra'dan aldığı eğitimin dönüş yolunda aklında yalnızca bir fatih olma fikri (Balzac'ın Goriot Baba'daki Rastignacıyla kendini özdeşleştiriyor) ve sıradanlığın 'bataklığına' saplanmayacağına dair kendine verdiği sözler vardır. Bu yolda sermaye yaratabilmek için taşrada demiryolunda çalışmayı ve kazandığı sermayeyle nüfuz yaratmak için de hiç gönlü olmamasına rağmen milletvekili kızıyla evlenerek yaratmaya çalışır. Fakat yaşadığı memleketin arzularını gerçekleştirecek derecede aydınlık olmadığını ve küçümsediği insanlarla aynı sıradan hayatı paylaşmaya sürüklenmek istemediği için Ömer vazgeçer bu düşüncelerinden ve tutku ve hırslarını içinde büyütür. Herhangi bir varoluş sıkıntısı duyumsamayan, toplumdan beklentisi kalmamış ve boşlukta sallanan, ne olmak istemediğini çok iyi bilen fakat ne olması gerektiğini bilmeyen Ömer, kendi küçük krallığını kurar. Nitekim Nuri Bilge Ceylan'ın Kış Uykusu'ndaki Aydın karakteriyle de örtüşür bu yönüyle. Kendisi de tıpkı Aydın gibi hayatta ideallerini ve tahayyül ettiği yaşantıyı gerçekleştirememiş ve bunun kaçamak yolunu da taşrada en azından kralının kendisi olacağı krallığını inşa ederek ikame etmiştir. Arkadaşlarının İstanbul'a çağırma ısrarlarına rağmen tıpkı Aydın gibi bunu reddedip kendi sınırları içerisinde iktidarını koruma yoluna gitmiştir.

MUHİTTİN: Hesaplı şair
Baudeliare gibi bir şair olma isteğini saplantıya dönüştüren, bu yolda melankolik bir yaşam süren ve 30 yaşında intihar etmeyi düşünen bir karakterdir Muhittin.Kitabın en dinamik karakteri olmasına rağmen ziyadesiyle yüzeyseldir. Diğer arkadaşlarına nazaran başarısız oluşunun sonucudur şairliği. Arkadaşlarının yaşadıkları hayatlara yönelttiği eleştiri alttan alta arzuladığı fakat elde edemediği yaşamların veryansınıdır. Bu yönüyle reddeden değil, kaybeden biridir. Nitekim ateşli nutuklarla savunduğu şiirlerini bir köşeye bırakacak ve kendisinin deyimiyle 'aklın ışığını, coşkunun potasında eriterek Turancı harekete katılacaktır. Sonrasında da bir davaya inanmayacak kadar akıllı olduğunu söyleyerek oradan da ayrılır ve en son Ahmet'ten öğrendiğimize göre Adalet Partisinden Milletvekili olmuştur.
Kitabın belki en zayıf noktası klasik tarzda yazılmış böylesi bir eser içerisinde karakterlerin altının iyi doldurulamamış olmaları. Karakterlerin konjonktürel olarak değişimleri yüzeysel olarak yerinde vurgulanması ayağı bu topraklara basan kişiler olduğunu gösterse de tüm değişimlerinin böylesi dış etkilerle şekillenmesi, içsel olarak bunun altının pek doldurulamaması karakterleri zayıf kılıyor. Örneğin; Refik'in değişiminin inandırıcılığına okuyucu varamıyor, eşi Perihan'ın Refik'in tüm kaçışlarına sabır gösterir halde gözükmesine rağmen bir başkasıyla evlenmesi beklenmedik olarak karşılanıyor okuyucuda. Keza abisi Osman'ın çocukları ve eşiyle mutlu görünmesine rağmen bir metresinin olmasının görünürde hiçbir sebebi görünmüyor ve tüm olan bitenler içerisinde Osman'ı ev-iş arası sorunsuz sıkı çalışan bir tüccar olarak görüyoruz.
  Kitapta dikkatimi celbeden bir kaç noktadan da bahsetmek gerekirse;
Cevdet Bey'in kardeşi Nusret'in ölüm döşeğinde kendisine emanet ettiği yeğeni Ziya, başlarından salarcasına amcasının zoruyla asker olmuştur. Fakat babasından kalan miraslardan hak iddia ederek 3 kuşak boyunca ailenin üzerinde bir hayalet gibi dolanmıştır. Yolladığı tehditlere varan mektuplarla, ailenin üzerinde uzaktan uzağa baskı oluşturarak korku salan bu asker karakteri, Cumhuriyet sosyal ve siyasal yaşamındaki askeri otoritenin kitaptaki yansıması olarak görülebilir.

 Dönemin sosyal/siyasal yapısında, demiryolunun çok bir özel bir anlamı var. Devletin taşraya uzanan güvenlik kolları, inkilapların taşıyıcısı, sosyal hayatı dönüştürücü olarak görülen demiryolu yapımı bir diğer yandan da zengin olmanın kısa yoludur. Demiryolları yapımını üstlenen Kerim Bey, bölgede bir milletvekili nüfuzuna sahipken kazandığı servetle Nişantaşı'nda büyük araziler almıştır ve Ömer kısa yoldan servet elde etmenin yolunu burada çalışmakta bulmuştur. Öyle ki soyadlarını Demirağ, Yolaçan, Demirbağ ve Kayadelen olarak koyacak kadar benimsemişlerdir bu yapıyı.

Orhan Pamuk'un ilginç bir şekilde kitapları arası göndermeler yapması dikkatli okuyucuyu biraz eğlendirmek ister gibidir. Zira Sessiz Ev'de milliyetçi bir genç olan Hasan, burada aynı adla ateşli bir TİPli devrimci karakterindedir. Yine Sessiz Ev'de başarısız geçen kaymakamlık denemesi sonrası İstanbul'a dönen Selahattin Bey, bu kitapta uzun yıllar kaymakamlık görevini sürdürmüş çiftlik sahibi biri olarak belirir. Ve 3. kuşak olan Ressam Ahmet Işıkçı esrarengiz şekilde İletişim Yayınları'ndan çıkan Orhan Pamuk kitaplarının kapak tasarımını yapan kişidir.
(Masumiyet Müzesinde Ahmet Işıkçı'ya ait bir tablo)

Kitabın sonlarında Ahmet'in sözlediği "Burası Türkiye gerçeğin kendisiyle değil, kötü bir taklidiyle karşı karşıyayız" sözü; kendisiyle birlikte önceki kuşaktan akranlarının da temas ettiği hakikati işaret ediyor. Koyu bir Jöntürk olan Cevdet Beyin kardeşi Nusret, ölüm döşeğinde Fransız Devrimini andırır şekilde gerçekleşecek devrimi ve Sultanahmet'te giyotinlerle akacak kan hasletleriyle ölür. Cevdet Bey'in bir elitistlik hali olarak bahçesindeki çiçeklerin Latince isimlerini ezberlemesi ve son nefesinde bu isimlerden birini anımsamaya çalışmasıyla ölmesi; Hayatında anlam arayışına giren Refik'in Kutsal bir metin gibi dönüp dolaşıp okuduğu Rousseau'nun İtiraflar'ından etkilenmesiyle toplumsallığa yönelip köylerin kalkınması hakkında araştırmalara girmesinin köylülere acıma ve tiksinme duygusuyla sınırlı kalması; Muhittin'in Baudeliare gibi şair olma arzusunun Baudeliare gibi frengiye yakalanmak isteğiyle sınırlı kalması ve Rastignac olma hülyalarıyla ülkeye gelen Ömer'in nihayetinde bir çiftlik satın alıp yaşaması gibi, idealize edilen tahayyüllerin bu toprakla yüzleşip rasyonelleşmesidir.

  Meşrutiyet'in ilanından başlayarak 1970'lerin Cumhuriyetine değin romanın katettiği fikri, duygusal, sosyal, siyasal ve kültürel aşamalar ve tüm bu aşamaların kuşaklar arası yarattığı değişkenliği ve yozlaşmayı günlük yaşam deneyimlerine değin anlatmasıyla bu ülke düşünsel evrimi üzerine çok önemli nüanslar içerir. Bu yönüyle bu kitabı çok önemsiyorum.