"İÇİM NEFRETLE DOLU, ÖCÜMÜ ALACAĞIM."
HİÇ
ESKİMEYEN ÖTEKİ:BARBARLAR
Barbarlar/Yabancılar... Kaderi, insanoğlunun
ezeli ve ebedi düşmanı olmaya yazgılı ve ödeyeceği kefaret hiç bir zaman
bitmeyecek olan en kadim düşman. Bütün günahların, kusurların, hataların ve
çirkinliklerin isnat edildiği öteki. Nereden neşet eder böylesi bir düşünce?
Bugüne baktığımızda kişisel yaşantılarımızdan aktüel politik gelişmelere;
tarihsel anlamda kurgulanan ve vaz'edilen söylevlerden, yerleştirilmek istenen
düşünce kalıplarına kadar dinamiklere göre sürekli değişen ama hiç bir zaman
yok olmayan korku ve çirkinlik fenomeni "barbarlar" var. Yaptığım
okumaların odağını da bu yöne çeken bir merak duygusudur bende, kurgulanan biz
ve ötekiler kavramları. Bu yönde bende en büyük sarsıntıyı yaratan Konstantin
Kavafis'in Barbarları Beklerken şiiridir. Bilahare Dino Buzatti'nin Tatar Çölü,
J.M.Coetzee'nin şiirle aynı adı taşıyan Barbarları Beklerken'i ve yerli
yönetmen Emin Alper'in Tepenin Ardı filmi, bende bu türden fikirleri kışkırtan
eserlerdir.
Bireyden başlayarak neden tüm iktidar biçimleri varoluşlarını bir başka
şey üzerine, öteki üzerine vehmeder? Kendi özelliklerini ya da başarı olarak
atfettikleri değerleri; neden azılı düşmanı olarak gösterdiği bir öteki
üzerinden kurgulama yoluyla kendi ve muhatabı nezdinde kutsama yoluna gider?
Üstelik bu ötekinin somut bir varlığı olması da gerekmez, muktedir tarafından
yaratılan mefhumlar yoluyla ya bir tür korku heyulası ya da toplumsal
halüsülinasyon şeklinde vücut bulabilir. Tarihsel anlamda önümüze serilen
'ötekiler'in kurgulanış biçimleri, onlara giydirilen olumsuz yargılar ve onlar
etrafında yaratılan korku atmosferi gibi özelliklerin çıkış noktaları aynı
dürtüden beslenir çokça. Kendi kusurlarını örtmeye çalışan her tür iktidar
biçimi buna gereksinim duyar ve o ötekinin olmaması durumunda ise onu 'icat
eder'. Kavafis'in dediği gibi:
"peki, biz ne yapacağız şimdi
barbarlar olmadan?
bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza."
"HAYALİ
CEMAATLER"
"...çünkü barbarlar geliyormuş
bugün.
senatörler neden yasa yapsınlar?
barbarlar geldi mi bir kez, yasaları
onlar yapacaklar."
Konstantin Kavafis'in şiiri içerisinde
barındırdığı anlam zenginliğiyle bende çok fazla çağrışım yapar. Bu şiirin
akabinde yazılmış ve etkilenmiş sözcüğü yanlış olabilir metinlerarasılık
kavramı ekseninde yazılmış John Maxwell Coetzee'nin aynı adlı Barbarları
Beklerken kitabı benzer etkiyi kamçılar. Roman her ne kadar açık isimler
kullanmayıp hayali bir ülkede geçse de Güney Afrika'da uzun yıllar süren ırkçı
Apartheid rejiminin bir eleştirisi olarak görülür. Orada da kokuşmuş ve çökmeye
yüz tutmuş imparatorluk, sorunları kendi içinde aramak yerine yarattığı korku
figürü barbarlara(yerli göçebe halka) savaş açarak toplumda meşruiyetini
pekiştirme yoluyla kurtarma çabasındadır.
Benedict Anderson'ın toplumların ulus/laşma
süreci üzerine yazdığı Hayali Cemaatler kitabında belirttiği üzere
milliyetçilik kavramı organik bir bağ üzerinden değil tahayyül edilenler
üzerinden kurgulanan bir 'hayaller ürünüdür.' Burada tüm bu eserlerde açıkça
gördüğümüz öteki olarak gösterilen barbarlar somut gerçeklikten uzak hayal edilen
korku figürleridir. Topluma zerkedilen "vebalı öteki" histerisi
aslında bir yandan da kendi kimliğini oluşturma ve yüceltme yolu olarak ortaya
çıkıyor. Ve milliyetçiliklerin temeli tam da böyle bir dürtüden neşet ediyor.
Toplumun korku duyup aşağıladığı tüm özelliklerin cismani halidir barbarlar.
Burada imparatorluklar nezdinde kurgulanan iktidar biçimi, bu 'öteki' üzerinden
tebaası üzerinde 'kendi imparatorluğunu kurgulamak ve salınımladığı üst güven
duygusuyla bunun rıza imalatını sağlamak' olarak varlık gösteriyor. Ve buna her
ihtiyaç duyduğunda kurguladığı bu hayal/yanılsama üzerinden kendine güç ve
meşruiyet devşiriyor. Bu yanılsama halinden sıyrılmayı başarabilen bireye ise
bu iktidarını baskılama yoluyla 'hainlik' payesi atfediyor. (Coetzee'da Sulh
Hakiminin açıkça yaşadığı ve Buzatti'de de Albay Giovanni Drogo üzerinde
baskılanan kutsal askerlik vurgusu)
Coetzee'nin Barbarları Beklerken'i ile
Emin Alper'in Tepenin Ardı filmi ekseninde bir kaç kelam etmek istiyorum. Albay
Joll'un imparatorluğunun sınır bölgesi ile Faik Bey'in kurguladığı arazisi,
esasında işgal toprağı üzerinde kurgulanan birer tahakküm örneği. Burada
özellikle yukarıda bahsini ettiğim 'yaratılan milliyetçilik' toprak üzerinden
'vatan' olarak kurgulanıyor. Esasında hiç bir tehdit emaresi yokken Albay
Joll'un barbarların balık avlamasını tehdit olarak algılamasıyla Faik Bey'in
yörüklerin hayvanlarının dağ başında otlamasını 'vatan topraklarını işgal' tehditi
olarak algılamaları ve gösterdikleri refleks, ötekilerin varlığını tamamen
ortadan kaldırmaya yönelik olmuştur. Bunu böyle söyledim ama peki
barbarlar/yörükler gerçekten varlar mıydı? Yoksa Don Kişot'un yeldeğirmenlerine
savaş açmasına benzer salt varlığını gösterebilme çabası mıydı?
Bu iki sanat eserinin kendine edindiği dert
arasında belki toplumsal, kültürel ve siyasi olarak uçurumlar olsa da en
temelde sıradan insan üzerine koydukları teşhiş çok benzer ve çarpıcıdır. Normal şartlar altında Albay Joll'un
barbarlara karşı uyguladığı tanık olunması zor işkence ve acı
görüntülerini halk duyarsız ve 'kutsi
değerler' uğruna meşru görürken, sonlara doğru bunun bir kandırmaca olduğunu
sezinlemesine rağmen bunun itirafını yapmaz. Keza Tepenin Ardında en net
haliyle halkı yansıtan Çoban Sülü, kendi köpeğinin akrabası tarafından
vurulmasını görmesine rağmen, bu suçun yörüklere isnat edilmesine ses çıkarmaz.
Dahası onları cezalandırmak üzere çıkılan seferin neferi olur. Bu iki örnek,
istismar edilen geniş halk tabanının aslında çokça bu tür olayların farkında
olmasına rağmen gösterdikleri pragmatizmin çok net birer göstergesidir.
İnsanoğlunun kendini mutlak haklı çıkarmak
amacıyla sürdürdüğü bu kandırmaca hali, kesintisiz bir şekilde çağlar boyunca
kendini tekrar tekrar üretmiştir her daim. Bu türden düşüncelerin panzehirini
yine bir şair söyleyebilirdi ancak:
"artık kimse bize haber vermeyecek,
hemen şu tepenin ardında
saldırmaya hazır
müsellah bir düşman taburunun durduğunu.
çünkü yok böyle bir ordu,
bir düşmanımız kaldı dudaklarımız
arasında."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder