Kendimde yeni keşfettiğim bir yönümle söze başlamak gerekirse; Eskiden Dünyaya futbol üzerinden,-onun bana açtığı pencereden bakarken şimdilerde son yılların moda deyimiyle ‘eksen kayması’ yaşayıp her şeye edebiyat yönünden bakmaya başladım. Haliyle dün akşam yatakta uykusuzluktan dolayı o yana, bu yana kıvranırken ve Avrupa şampiyonasının heyecanını içimde duyumsarken, bir anda şampiyonadaki milletlerin edebiyattaki yansımaları parladı kafamda.
İlginçtir ki, ilk aklıma gelen de Polonya oldu ve geçen sene yaz aylarında-ki o zaman bilinçli okuyucu konumunda değilim, elime ne geçse okuyorum- ve şuanki durum türünün dışında olay romanları ilgimi çekiyordu. Tabi bunda yaz sıcağında ‘bunaltmayayım kendimi düşüncesi de vardı. E ergenlik dönemleri bir de, gittim kitapçıdan vurdulu-kırdılı-savaşlı bir kitap istedim ve o da 1905 Nobel edebiyat ödülünü almış Polonyalı yazar Henryk Sienkiewicz’in Leh-Kazak çekişmelerini anlatan Ateş ve Kılıç kitabını önerdi ve ben de aldım. Eğer bu durum olmamış olsaydı muhtemelen Leh bir yazar bulma konusunda çok sıkıntı çekerdim. Devamında gruptaki bir diğer takım Yunanistan'a baktığımda, bu aralar favori yazarlarımdan ve Zorba gibi müthiş bir kitabı yazmış olan Nikos Kazancakis, hiç düşünmeden aklıma gelen isim oldu. Başta bahsettiğim eksen kaymasının bir yansıması da Çek Cumhuriyeti adını duyduğum anda ilk aklıma gelen ismin Franz Kafka olması, bu duruma örnek olabilir. Eskiden öyle miydim sanki?! -Çekler denildiği anda bir Pavel Nedved, Jan Koller gerçeği vardı. Çeklerden bahsederken isminden hiç bahsetmeden geçmeyi düşündüğüm fakat şuan bana bu satırları yazdıracak kadar hürmet Milan Kundera ismini yazamadan edemedim. En tanınmış eseri ve methini fazlasıyla duyduğum fakat okuma şansını henüz yakalayamamış olduğum- ki insanoğlunun bilinmeyene hep bir ilgisi ve kendisi tarafından bilinmeyene hürmeti vardır- Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği adlı eserine okumadan önce müthiş bir potansiyel beklentim var. Kendisinin Şaka adlı eserini okudum, çok akıcı, etkili bir dili vardı, bu da kalitesini belli ediyor. Bu grupta en zorlandığım takım, ilginçtir Rusya oldu. Öyle ya hangi birini yazasın; Fyodor Dostoyevski, Leo Tolstoy, Aleksandr Puşkin, Anton Çehov, Maksim Gorky, İvan Gonçarov .. bu listenin önünü alamayız, uzar gider. Hiç kuşku yok ki bu yönde bir derecelendirme ya da yarışma yapılıyor olsaydı; Rusya ,bugünün futboldaki Brezilyası olurdu. Ve bu yönüyle sadece gruptan değil turnuvanın maç yapmadan kupa verilesi takımı olurdu.
Bir diğer grup B grubu yazar bulma konusunda değil de, edebiyatçı bulma konusunda azda olsa sıkıntı yaşadığım grup oldu. Buradaki yazarlar filozof ağırlıklı. Almanya deyince, yıllar önce okulda kafamıza vura vura-dayatarak okuttukları Babasız Evler kitabının yazarı Heinrich Böll'ün gelmesi garibime gitti kendi adıma. Herhalde okulda uyguladıkları bu sistemin yansıması bunlar. Ek olarak unutulmaması gereken bir Friedrich Nietzche var ki, aman diyeyim! Bunların dışında belki bunlardan çok daha büyük yazarlar var Almanya'da fakat ben de iz bırakan kişiler bunlardır. Futbolda eskiden beri çıkardıkları ve bugün hâla hürmet edilen Gullid, Cruijjf, van Basten gibi dünya yıldızları futbolcuları ve resimde Vincent van Gogh ve Arthur Rembrand gibi müthiş meşhur ressamlar yetiştirme başarısı göstemiş Portakalların paralel olarak aynı başarılarını edebiyata yansıtamamış olmaları kayıptır onlar adına. Dolayısıyla onlardan tanıdığım filozof Spinoza’yı; Jostein Gaarder’in Sofie’nin Dünyası kitabına borçluyum. Filozof olan Spinoza’nın hayatının, yaptığı bu mesleğin-ilgi alanının ya da akımın adına her ne derseniz- piri olan Sokrates’le benzerliği dikkat çekicidir. Spinoza’nın döneminde Hıristiyan dogma anlayışa getirdiği eleştirel bakış açısı, Sokrates’e yapıldığının aynısı gibi ‘yoldan saptırıcı öğretiler sunuyor’ yaftasının yapılmasına neden olur. Fakat Spinoza şanslıdır, Sokrates’e verilen idam cezasının yanında kendisi Amsterdam’dan sürülür. Bu olay halen şu an bile Hollandalılar tarafından tartışılan bir konudur. Bunu geçen bir yerde Hollandalıların tarihlerinde yaptıkları utanç olayları listesinde bir yerde gördüm.
Portekiz’de portföyümdeki isim Jose Saramango. Çok fazla eser yazıp, bugün dünyaca tanınıyor olmasının yanında, kendisine tek başına Nobel Edebiyat ödülünü aldırdı denilen Körlük adlı romanı kendisinin bu başarısının temel taşlarından biridir. Ve kesinlikle alınıp okunası bir kitaptır. Gruptaki son ekibimiz Danimarka’nın temsilcilerinden biri yine Jostein Gaarder’dan öğrendiğim ve Oğuz Atay’ın da Tutunamayanlar kitabında Oswald Spengler ve Friedrich Nietzche ile birlikte "Bu Çağın tanınması gereken filozofları" listesine girmiş biri olan Soren Kierkegaard. Ve sırf bu son referanstan dolayı kendisini okumasak da,hakkında detaylı bilgilere sahip olmasak da kendisine büyük saygı duyup, hürmet etmemize yeter.Bir diğer temsilcileri ise Açlık ve İstanbul'da 2 İskandinav Seyyah kitaplarıyla tanıdığımız ve sevdiğimiz Knut Hamsun.
İspanya bu turnuvanın en iyi takımı olarak gösteriliyor ve bu duruma paralel olarak çoğu edebiyatçı tarafından da gerek roman türünün ilk-başlangıç eseri olarak gösterilmesi gerekse Cervantes'in bu eseri Don Kişot'un bugün bile hâla aynısı gibi değerini koruyor olup, okunması edebiyatta da onun en iyi olarak lanse edilmesini sağlıyor. İtalya tarafına geçtiğimizde, oradaki temsilcilerimiz Gülün Adı kitabıyla Umberto Eco ve Tatar Çölü kitabıyla tanıdığımız Dino Buzatti. Bu gurptaki rengimi belli edeceğim belki ama Rusya'dan sonraki favorim İrlanda'dır. Bunun sebeplerine girmemize hiç gerek yok sanırım. James Joyce ve Oscar Fingal Wilde isimlerinin yan yana duruşu bile çoğu şeyi anlatıyor. Kendisinin tam olarak aslını bilmemekle birlikte yine Saramango'nun Körlük'ünde olduğu gibi Drina Köprüsü eserinin tek başına Nobel ödülünü aldırdığı isim olan İvo Andriç, Hırvatistan adına çok iyi bir temsilci.
Son gruptaki takımlara İsveç'ten başlayacak olursak, bugün her ne kadar yararı tartışılıyor olsa da Nobel Edebiyat Ödüllerinin çıkış yeri olması tek başına yetebilir İsveç adına. Fakat bende adı olan bir başka İsveçli ise Stieg Larsson. Kitap okumayı D&R'ın 'Çok satanlar'ı üzerinden götürdüğüm ve Edebiyatı bundan ibaret sandığım dönemlerde tanıştığım bir yazardı Larsson. Seriye başladığı ve bugün hala aynı popülerliğinde devam eden Ejderha Dövmeli Kız romanına biraz başlamıştım fakat Filmini izlemeye gittikten sonra hevesim kaçtı, bırakmıştım kitabı. Şuan iyi ki de bu olmuş diyorum çünkü böyle Amerikanvari film senaryolarından fırlamış kitapları okumak zaman kaybından başka bir şey değil benim için. Grubun İngiltere kanadına geçtiğimizde şuan ki futbol takımının mantalitesine uygun bir isim var; George Orwell. Bugünün dünyasında aradığını bulamamış ve geçmişteki hayal kırıklıklarından dolayı (İngiltere'nin şampiyonalar tarihi & Orwell'in İspanya iç savaşında gördüğü acımasızlıklar ve yaralanması) geleceği sürekli karanlık gören düşünceler... Grubun diğer dişli takımı Fransa'ya baktığımızda Victor Hugo'dan Gustavo Flaubert'e, Andre Gide'den Alexandre Dumas'a , Honore de Balzac'dan Stendal'a uzanan en az Rusya kadar bereketl-i yazarlar göze çarpıyor fakat ben de özel etki bırakmış 2 büyük Varoluşçu yazar vardır: Jean Paul Sartre ve Albert Camus. Bu 2 yazarın yaşadıkları dönemde birbirleriyle olan fikirsel çatışmalarını -ki Sartre'nin Nobel Edebiyat Ödülü'nü reddetmesini mektubunda açıkladığı gerekçelerin dışında edebiyat çevrelerinde kendisinden önce bu ödülün 'rakibi' Albert Camus'a verilmesi olarak gösterilir.- göz önüne alınca bugün bu tür tartışmalarda 2 büyük yazarın isminin de bir arada anılması kaderin bir cilvesidir. Bireyin temelindeki varoluşunu, topluma uyumunu -daha doğrusu uyumsuzluğunu- toplumun dayattığı kuralları reddedişleri ve bunun getirdiği ruhsal çöküntü temalarını işleyişleri yönünden de, Camus'un Yabancı'sıyla Sartre'nin Bunaltı'sı aynı kaynaktan çıkmıştır. -Grubun son ve turnuvanın son temsilcisi Ukrayna gelecek olursak onların temsilcisi; yeni okumayı bitirdiğim ve okurken büyük zevk aldığım Ölü Canlar başyapıtının yazarı Nikolay Vasilyevic Gogol. Kendisi Rus ekolüne öncülük etmesi ve Dostoyevski'den önce Saint Petersburg'un kendisiyle anılmasına rağmen kendisi aslen Ukraynalı'dır. Ve bu son okuduğum Ölü Canlar kitabında anladığım kadarıyla 'hayali ihracatı' başlatan ya da bu yolda bir çok kişiye ilham kaynağı olan şey bu kitabın ta kendisidir.
*: İlkten ne yazacağım, nasıl destekleyeceğim yazıyı diye tereddüt ederken insan kalemi eline alınca, bazen saçmalasa da devamını getiriyor. Kalemin sihri de burada sanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder