Bu Blogda Ara

20 Şubat 2012 Pazartesi

Paranın Futboldaki Yeri


-Başlıktan da anlaşılacağı gibi yazımda bu 2 durumu ele alacağım.Endüstriyelleşen günümüz futbolunda paranın daha doğru bir terimle sermayenin yeri yadsınamaz bir gerçek artık.Son yıllarda Chelsea ile başlayan bu trend Manchester City ile tavan yaptı.City'nin yaptığı bu abartı transferler çoğu futbol severi rahatsız etmiştir.Sonrasında gelen Paris Saint Germain,Malaga gibi takımlarla birlikte artık bu durumunda futbolun kanına işlediğini ne yazık ki kabullenmek zorunda kaldık.Neyse aslında Avrupa futbolundaki bu konular hakkında çok yazılıp çiziliyor ve ben bunun dışında bu sermaye olayının Arap futbolundaki yerini konu edineceğim bu yazımda.


Son birkaç yıldır alışmıştık aslında Arabistan-Katar-BAE -ve buna istisnai olarak Anzhi takımının- futbol hayatlarının son demlerini oynayan oyunculara emekli ikramiyesi niyetine paralar verip ülkelerine transferlerini.(Anzhi'yi de bu kategoriye koymamın nedeni 2. ligden yeni çıkmış,kimse tarafından tanınmayan bir takıma bu oyuncuların gidiş nedenini farklı düşünmüyoruzdur umarım) Aslında bu yıldız transferleri ilk yıllar için hiçte fena bir politika değildi(Klasik bizde de vardır;Ülke tanıtımına yardımı dokunuyor) .Ama sonrasında Gerek Katar'ın 2022 Dünya Kuıpası Ev sahipliği hakkını alması ve o zamana kadar ülkelerinde belli bir futbol kültürü oluışturma çabaları gerekse bu kulüplerin de anladığı gibi büyük takımlarda oynayan bu büyük oyuncuların ülkelerine gelip, geçmiş yılların verdiği doymuşlukla oynadıklarını-daha doğrusu oynamadıklarını.Ve bundan sonrasında transfer rotalarını Avrupa'da kendini kanıtlamış oyunculara veya potansiyelli gelecek vaadeden oyunculara diktiler.Bizim konumuz da burada başlıyor bu oyuncuların Avrupa'da daha iyi bir takıma gitme seçenekleri varken bu takımları seçme nedenleri.Açıkçası beni bu yazıya itende bu sezon gerçekleşen Youssuf El Arabi transferi oldu.




Youssef El Arabi

Caen ile birlikte Fransa 2. Liginden gelip, geçen sezonki performansı çok şaşırttı açıkçası beni.Geçen sezon hiç de varlığından haberim olmadığı zamanlar NtvSpor'da Fransa Gol Krallığı sıralamasında uzun süre 1.'liği götürmesi kendisine olan ilgimi arttırdı ve radarıma girmeyi başardı.:) Sonrasında dikkatle izlemeye başladığımda çok iyi top tekniğine sahip olduğunu,hareketli ve topu ayağında iyi tutuşu ile kanat oynama özelliği de bulunduğunu,son vuruşlardaki becerisi ile o sezon Caen'i tek başına sırtladığını gördüm.Uzun süre 1. götürdüğü Gol krallığı sıralamasını belli bir zaman yaşadığı duruksama ile Kevin Gameiro'ya kaptırdı ve geçen sezon 17 golle -yanlış hatırlamıyorsam- sıralamayı Nene'nin ardından 3. bitirdi.Fransa gibi bir ligde bu gol sayısını tutturması bazı takımların dikkatini bu oyuncu üzerine çekti.Genoa ve Sevilla'nın kendisine yaptığı teklifi redderek süpriz bir kararla 7.5 Milyon Euro karşılığında Suudi takımı Al Hilal'ın yolunu tuttu.Yaşı da henüz çok gençken ve böylesine piyasa yapmışken bu kararı açıkçası çok şaşırttı beni.En önemliside Fransa Liginde "ağabey" görevi yapan Lyon'un böylesine bir oyuncuyu kaptırması daha şaşırtıcı geldi bana.Al Hilal takımında da takip ediyorum(istatiksel olarak) aynı çizgisini devam ettiriyor.Tekrar Avrupa yollarına düşer mi? Neden olmasın?


Abimiz Arabistan'da Hac vazifesini de eda etmiş, Allah kabul etsin,yolu açık olsun diyelim.

Rafael Sobis

Fm 2008-2009 serilerinde orta düzeyde takımları World Class yapma yolunda hepimize yardımı dokunmuş bir oyuncudur Rafael Sobis.Benim oyunda facepacktan olsa gerek yakışıklı bir resmi vardı ve her gol attığında "bebek yüzlü şeytan" repliğini kullanırdım.O aralar nette bakınırken dikkatimi çekmişti, sarışın saçlılığı Ukrayna ile olan kan bağındanmış, annesi ya da babasından biri Ukraynalıydı.Kariyerinden biraz bahsedecek olursak genç yaşta Internacional'de yaptığı sıçrama ile 9MN € karşılığında Betis'e transferi gerçekleşti.Betis ile imzalanan 8 yıllık anlaşma her ne kadar kendisine olan güveni göstersede Sobis bunun karşılığını veremedi ve Betisle geçen 2 kısır yıldan sonra şansını Avrupa'da kovalamak yerine Arap Emirlikleri takımı Al-Jazire'nin yolunu tuttu.Orada yaptıkları-yapamadıkları hakkında pek bilgi sahibi değilim ama kariyerine şöyle kabaca bir bakınca orada da pek tutunamadığını görüyoruz.Al-Jazire oyuncudan minimum zarar etme anlayışında olacak ki oyuncunun piyasa yapması için son 2 yıldır ülkesi takımları Internacional ve Fluminense'ye kiralanmış.
Fiziksel özelliklerinden(Aslında sadece tek benzerlikleri sarışın olmaları:]) ve 2 büyük yıldız olarak sunulup beklenen patlamayı yapamamış oyuncular olarak Maxi Lopez ile Rafael Sobis'i birbirine çok benzetirim.Maxi Lopez kayıp Barcelona yıllarından sonra Rusya'da kendini toparlayıp son 2 sezondur Catania'da yaptıkları ile kendinden yine söz ettiriyor.Darısı Rafael Sobis'in başına diyelim o zaman.

Mbarek Boussoufa

Şuan Fas Milli takımında oynayan birçok oyuncu gibi Hollanda'da doğmuş,büyümüş bir Marocconlu oyuncu.(Aslında dünyada Maroklara bi biz Fas diyomuşuz,bunun bir hikayesi varda şimdi tarihe girmeyelim neyse..) Kendisini Anderlecht'te tanıdık,sevdik.Ama geçmiş kariyerine bakarsak Ajax sonrasında da Chelsea ile çok sağlam alt yapı almış olduğunu görüyoruz. Anderlect'in bizim kulüplerle olan maçlarında dikkatli izlediğim kadarıyla sol açık oynuyor ama forvete yakın "Gizli Forvet" özelliği de var.(Kazım Kazım,Rodrigo Palacio gibi) Anderlecht'te kilit oyuncu rolündeydi ve çok iyi gol ortalaması tutturdu.Sonrasında ismini o aralar sadece Roberto Carlos trasnferi ile duyurmuş bir takım olan Anzhi'ye transfer oldu.Açıkçası vatandaşı El Arabi'de de söylediğim gibi onunda Avrupa'da daha iyi bir takıma gitme opsiyonu olabilirdi.
Thiago Neves

2007 yılında Van der Vaart'ın Real Madrid'e transferi sonrası o mevkiideki oluşan boşluğu doldurması beklentileri ile Hamburg'a transfer oldu.Açıkçası hiç izleme imkanım olmadı oyuncuyu ancak istatistiksel olarak baktığımda beklenen yeterliliği vermememiş olacak ki 6 maçlık bir Almanya deneyiminden sonra kulüpten ayrılmış.Kariyeri biraz düşüşe geçincede 24 yaşında kendini Al-Hilal'e atmış.Orada ilk sezonunda yaşadığı lig ve kupa şampiyonluğunun yanı sıra yılın oyuncusu da seçilmesi kariyerine bir canlılık getirmiş durumda.Sonrasında Güney Amerika'lı oyuncuların huyundan mıdır o da ülkesi takımı Flamengo'ya kiralanmış ve orada da oılın oyuncusu seçilmiş.Bu son yıllardaki performansıyla Avrupa'ya göz kırpıyor.
Mirel Radoi

Kendisini Avrupa'nın köklü kulüplerinde izlemedik belki ama çoğumuz tanıyoruzdur kendisini.Gerek kulüp takımlarımızın Steau ile eşleşmelerinden gerekse Milli Takımımızın Romanya ile oynadığı maçlardan(Harbi biz bi ara hep Romanya ile oynuyorduk) oyuncu hakkında hepimizin az çok izlenimi vardı.Ayrıyetten Fm'de hem ucuz hem kaliteli Defansif oyuncu deyince ilk akla gelen oyunculardandı.Yaklaşık 10 yıllık Steau kariyerinden sonra 28 yaşındayken 6 MN€ karşılığında Suudi Arabistan takımı Al-Hilal'e transfer oldu.Geçen merak edip baktım da Porstmouth'a transferi söz konusu olmuş fakat çıkan pürüzler nedeniyle transfer gerçekleşmemiş.Bölgesel derbide derbide Al-Nassr'a gol atıp bizdeki deyimle "Gerçek Al-Hilal"lı da olmuş.

Balazs Dzsudzsak

Oyuncu hakkında çok fazla bilgi vermeye gerek yok.Kanat oyuncusu olmasına rağmen gole yakınlığı,sol ayağını müthiş kullanışı,serbest vuruşlardaki yetenekleri ve bunların hepsinin üstüne Hollanda Eredivise'nin kevgirliği eklenince CV'sinde 3 mükemmel yıl görünüyor.2009 yılında oynadığı 32 maç 17 gol-15 asistlik performansıyla tüm dikkatleri üstüne çekti bir anda.Bu performansından sonra gelecek sezonu da aynı ritimde geçirince kendisini Hollanda Ligi'nin Dünya Futboluna kattığı yıldızlar listesine eklemeyi başardı ve Hollanda Ligi'nin üstünde bir oyuncu olduğunu kanıtladı.Artık Hollanda'daki misyonunu tamamlamıştı ve herkes Avrupa'nın "baba" takımlarından birine gidecek gözüyle bakarken çok süpriz bir kararla Anzhi'ye transfer oldu. Anzhi Makachkala, transfer için 13 milyon € bonservis bedeli ödedi Balasz Dzsudzsak için.

Asamoah Gyan


Çoğumuzun Gyan'la ilk tanışıklığı Fm'den olmuştur muhtemelen.Udinese'den Fm'nin önceki serisinden hiç bunun ışığını vermeyen adamları(genelde zenci olur bunlar) bir sonraki seride yıldız diye bize sunarlar.(bkz. Kwadwo Asamoah,Pablo Armero,Mehdi Benatia) Sonrasında Rennais'e transferi gerçekleşti.Orada Moussa Sow ve Ismael Bangura gibi kaliteli oyuncularla forma yarışına girdi.Açıkçası orada çok da ön plana çıkacak işler yapmadı ama onu ön plana çıkaran olay 2010 Dünya Kupası oldu.O şampiyonada hepimizin sempatiyle baktığı üst turda Kara Kıtanın tek temcilcisi olan Gana'yı sırtlayan oyuncu oldu.Attıklarının çoğu penaltı olsa da mücadelesi ile kendisini gösterdi ve Avrupa'da bazı kulüplerin iştahını kabarttı.Bu kulüplerden biri de Fenerbahçe'ydi fakat kulübünün istediği 15 Milyon € gibi bir meblağ Türkiye standartlarında biraz fazla kaçtığından transferden vazgeçildi.Sanırım Darren Bent'in Aston Villa'ya transferi sonrasıydı Gyan Sunderland'a transfer oldu.Tabi geldiği lig Premier League olunca daha fazla izleme şansımız oldu.Özellikle gol sonrası yaptığı hareketler, heleki Zenden'le yaptıkları hareketler nedeniyle gollerini iple beklerdim şahsen.:)

Geçen sezon biraz da Sunderland'in kötü gidişatından dolayı pek tatmin edici performans sergileyemedi ve BAE takımı Al-Ain'e kiralandı.Bu kiralama bedelinin 6 MN€ gibi bir meblağ olduğunu okumuştum bir yerde.Açıkçası böyle bir dönemde Al-Ain'e gitmesi herkesi fazlasıyla şaşırttı.Bu transferin gççekleşme amacı neydi? Sunderland'ın o mevkiide ondan daha iyi bir adamı yokken neden yolladı? Özellikle de yerine alınan adam Bendtner iken.

Nadir Belhadj


Sol açık bölgesinde şuan bile en favori oyuncularımdandır kendisi.Özellikle sol beke kısılıp kalmayışı ileriye çıkışlarıyla takımın ataklarına katkısı ile sol bölgeyi koridor gibi kullanan özellikte bir oyuncu.O aralar Belhadj'da kavradığım bu özelliği şimdilerde Lyon'lu Aly Cissokho ve Atletico'lu Filipe Luis'de de görebiliyorum.Portsmouth yıllarında o aralar takımın kilit oyuncusu rolündeydi fakat kulübünün küme düşmesi sonrası kendine yeni bir kariyer planlaması yapması gerekiyordu ve o da Al-Sadd'e gitme kararı verdi.Son 2 yıldır orada mücadele ediyor. Onu tekrar Avrupa'da izlemeyi isterdim.Açıkçası Galatasaray'ın da o bölgedeki eksikliği göz önünde bulundurulunca o mevkii için düşünülebilecek bir oyuncu.Umarım birileri burdan beni duyuyordur ve onu Türkiye'de izleme şansı buluruz.:)




*Aslında yazıya başlama nedenim ve yazının şuan geldiği durum arasında tezatlıklar var,bunun farkındayım ve yazdıkça değişik düşünceler oluştu kafamda. Başından beri savunduğum teze biraz zıt düşücek belki ama Arap takımlarının durumu bizim gördüğümüz gibi değil artık.(yatmaya gidiyorlar,para içn gidiyorlar vs.) Artık bu kulüplerin yöneticileri daha profesyonelce düşünüyorlar.Genç oyunculara yöneliyorlar ve bu gençleri buradan Avrupa'ya pazarlama gibi de bir düşünceleri olduğunu düşünüyorum.Mesela Mauro Zarate'yi direkt Arjantin'den aldıklarında pekte tanıyanı yoktu fakat kulüp bunu önce Birmingham'a sonra Lazio'ya kiralayarak Avrupa'da piyasa yaptırdı ve sonra belki bize şaşırtıcı gelecek ama kulüp oyuncuyu kar ederek sattı.Aynı formülü şuan Rafael Sobis ve Thiago Neves'te de uyguluyorlar.Aynı şekilde şimdi El Arabi-Gyan-Belhadj gibi oyuncuların Avrupa'ya tekrar dönüşü olabilir.Yani demem o ki Bu ülkelere giden oyunculara kariyeri bitti gözüyle bakmamalıyız artık.Oradalarda da belli bir futbol kültürü oturuyor yavaş yavaş ve Dünya Kupasının da o coğrafyada düzenlenecek olması bu kulüpleri daha akıllı transferlere ve alt yapıya önem vermeye de teşvik ediyor.Bu maddi olanaklar ve Müslüman ülkelerin en büyük avantajı olan genç nüfusunun çoğunluğu göz önünde bulundurulunca belki biraz ütopik görünüyor ama kim bilir ileride belki dünya futbolunun ekseni oralara da kayabilir.

-Mehmet Nuri Aslankan

İsviçre Futbolu


Yıllardır tarih kitaplarında bize hep Emperyalizmin yani diğer adıyla Sömürgeciliğin 2. Dünya Savaşından sonra,3. Dünya Ulusları dediğimiz ülkelerin kurulmasıyla bittiği söylendi.Evet teoride bitti belki bu iş-Emperyalist bir devlet gidip bi yerde koloni kurup orayı sömürmüyor artık- ama bazı ülkelerin bu işi artık oraya giderek değil de o insanları kendine çekerek yaptığını düşünüyorum.Yani paranın çekim gücünü kullanmak.Bu devletlerden biri de İsviçre.ASlında olaya çok septik ve tek taraflı yaklaştım belki; İşi şu yönden de düşünebiliriz:Bu kadar ırkı birarada barındırmak da ciddi bir hoşgörü ve medeni bir bakış açısı gerektirir.Neyse olaya fazla da siyasi boyut katmayayım.Böyle bir giriş yapmamın sebebi İsviçre Futbolundaki bu çok ırklılığın bir nevi nedenini açıklamak.




Kongolu Celson Fernandes'ten tutunda Arnavut Behrami,Shaqiri,Xhaka kardeşler,Makedon Mehmedi,Nijeryalı Emeghara,Türk Eren-Gökhan,İtalyan Barnetta,İspanyol Alex Geijo'ya kadar çok çeşiti ırklardan oyuncu barındıran kosmopolit bir yapıya sahip kadrosu var.Dediğim gibi bunu 2 türlüde yorumlayabiliriz.


Tabi biz işin futbol kısmına bakıcağımızdan bunlarla fazla da kafamızı karıştırmayalım.Bu yazıyı yazmamdaki neden İsviçre Futbolunun son yıllardaki Milli TAkım ve kulüp bazında yükselişi ve iyi oyuncular çıkararak dikkat çekmesi.Ve Ali Ece'nin bir sözü vardır "Futbol Fakir halkların oyunudur" diye bunun da dışına çıkıyor olmaları.İsviçre futbolunun gelişimini şöyle hatırlayabildiğim kadarıyla 2006 yılında bize karşı aldıkları Dünya Kupası vizesiyle başlatayım.O zamanlar çok da kaliteli oldukları söylenemezdi ve oyuncuları da çok göze batan isimler değildi.Alexander Frei,Marco Streller,Ludovic Magnin,Blaise N'Kufo,Johan Vogel,Züberbühler,Hakan Yakın gibi o zamanın Avrupanın Standart takımlarında oynayan isimleriydi.Ama yeni "Futbol Ülkesi" olmaya aday bir takım için böylesi şampiyonalara katılmak önemlidir.Ve bu şampiyonada yanlış hatırlamıyorsam Brezilya ve Fransa ile aynı gruba düşmüşlerdi.Şampiyona başladığında o anki ruh halimi çok iyi hatırlıyorum;Gerek bizi şansa-Biz Türkler nedense hiç kötü oynayıp yenildik demeyiz- elemiş olmaları gerekse sonrasında çıkan malum olaylar nedeniyle İsviçre'nin Şampiyonadaki her maçını fark yer beklentisiyle büyük bir iştahla seyrederdim.Ama ne varki o grubu gol yemeden(Sonrasındaki gazete başlıklarını da çok iyi hatırlıyorum "SüperBühler")bitirmiş ve gruptan çıkma şansını son anda Fransa'ya kaptırmışlardı.Bu onlar için hiçte fena bir şampiyona olmamıştı.Sonrasında çok sistemli bir şekilde büyük turnuvalarda boy göstermeye başladılar.Ev sahibi oldukları Euro 2008'i bu olayın dışında bırakırsak yine bizim evde oturup izlediğimiz bir şampiyonaya 2010 Dünya Kupasına da katıldılar ve İspanya'ya şampiyonadaki ilk ve tek yenilgisini tattırmalarına rağmen grup 2.liğini Şili'ye kaptırdılar.

Başarıları sadece A Milli takım düzeyinde sınırlı değildi elbette.2007'de Nijerya'da Nassim ben Khalifa' önderliğinde kazandıkları u17 Dünya Şampiyonluğu ve 2010'da Finalde İspanya'ya(Ki Canales,Bojan,Mata,Busquets,Adrian gibi oyuncuları kadrosunda barındıran) kaybettikleri u21 Şampiyonası Genç Milli takımın ne kadar gelecek vaat ettiğini ve İsviçre futbolunun geleceğinin de sağlam olduğunu gösterir nitelikte.



Biraz bireysel yeteneklerden bahsetmek gerekirse bunlar arasında en göze batan isim kuşkusuzXheridan Shaqiri.Müthiş bir sol ayağa ve çok iyi dribling özelliklerine sahip bir oyuncu.Geçen ayokuduğum bir röportajında Atletico Madrid'in Arda Turan transferinde pürüz çıkması halindetransferde kendisine söz verildiğini söylemişti.Şimdiki Şampiyonlar Ligi performansından sonra belki Atletico gibi basamak takımına hiç ihtiyaç duymadan kendisini Elit bir takımda görebiliriz.


Bölgesel anlamda değerlendirecek olursak kalede güven veren bir isim Diego Benaglio var.Defansta yıllardır "Bunlar Arsenal kalitesinde değil" dediğimiz ve uzun süredir beraber oynayan Senderos-Djorou ikilisi yer alıyor.Beklerde de S.Lichsteiner-V.Behrami ve R.Ziegler-L.Magnin isimleri de çok önemli oyuncular.Bu bölgenin en büyük avantajı;Bizle oynadıkları 2006 yılı maçından beri aynı isimlerin süre gelmesi.


Orta saha bence İsviçre'nin en göz korkutan bölgesi.Burada orta saha(Mc) Gökhan İnler gibi dinamo ve aynı zamanda Maestro görevi yapan müthiş bir oyuncu var.O bölgede aynı zamanda Gelson Fernandes,Fabian Lustenberger,Blerim Dzemaili,Granit-Taulant Xhaka kardeşler,son ŞL maçlarında ön plana çıkan Basel'li FAbian Frei ve genç 10 Numara Young Boys'lu Moreno Costanzo gibi de genç,gelecek vaad eden ve dinamik bir orta sahaya sahipler.Takımda en kaliteli bölge olarak Kanatları gösterebiliriz.Orada Shaqiri,Barnetta,Behrami,Stoicker,Emeghara gibi "Kimi koysan süper oynar" diyebileceğimiz oyuncu bolluğu var.


Son olarakta takımın forvet kısmına bir göz atalım.Bu bölgede yılların eskitemediği Frei ve Streller ikilisi,belli bir kalitede olan Eren,Rotasyonda kullanılabilecek eski Levanteli Alex Geijo ve bence takımın 1. forveti olacak kapasitede olan Zürih'li Admir Mehmedi ile de bu bölgede bol alternatifli bir kadro var.




Sonuç olarak İsviçre futbolunun son yıllarındaki gelişimi;Burada anlattığım Milli Takım,geçen sene ŞL'de Fenerbahçeyi eleyen Tottenham'a kolay kolay teslim olmayan ve sonrasında Avrupa Liginde gruptan çıkıp bikaç tur atlayan Young Boys,bu sene Manchester United'a 2 maçta da yenilmeyen ve bu gruptan Manchester gibi bir takımı alt edip 2. tura çıkan Basel'deki bu gelişim bir futbolsever olarak ilgimi İsviçre futboluna çekti.Haa İsviçre Futbolunu bu kadar yazdımda bizden çok mu
iyiler?Hayır değiller belki ama böylesine "sistemli" büyüyen bir ülkeden belki alacak şeylerimiz
vardır.Ve bence İsviçre Futbolunun en büyük avantajı Ottmar Hitzfeld gibi bir hocaya sahip
olmaları.İsviçre belki kupalar kazanmayacak,Finaller oynamayacak belki ama 3-4 yıl içerisinde
turnuvalarda korkulan ve pozitif futboluyla turnuvalara renk katan bir takım olacaktır.



NOT:Arkadaşlar bu yazıyı İnternet ve Fm olmayan bir ortamda yazdım dolayısıyla bilgilerde-tarihlerde hatalar olabilir,Affola.

**Bu yazıyı belki klasik Fm Takım-Oyuncu incelemelerinin çok dışında bir yere koymamız gerekecek,bunun için yeni bir kategori açılmakta tereddüt edilebilir ama siz arkadaşlarımdan alacağım tepkiye göre Euro 2012 Genel bir takım değerlendirmesi de yapabilirim. 

-Mehmet Nuri ASLANKAN.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Karanlığı aydınlığa çıkaran adam; Muhammed Bouazizi


Şimdi geriye dönüp baktığımda Yasemin Devrimi'nin başlangıcı üzerinden tam 1 yıl geçmiş. Başlangıcında Yasemin devrimi sonrasında Arap Baharı dediğimiz bu olaylar o kadar büyük ölçekte etki yaratıp karşımıza öyle karmaşık bir tablo bıraktı ki bazı olayları hafızamızdan da alıp götürdü. Fakat bu olaylardan unutulmaması hatta belki de en önemlisi bu devrimi başlatan kişi olan Tunuslu Muhammed Bouazizi’nin olayıdır.



Tarih kitaplarımızda I. Dünya Savaşı’nın başlangıç sebebi olarak; Bir Sırp çetniğinin Avusturya-Macaristan İmparatoru Ferdinand’ı öldürmesi olarak gösterilir. Bu bana fazla da gerçekçi gelmezdi. Böylesine bir olayın –hadi etkilese bile- bütün dünyayı birbirine katacak kadar büyük sonuçlar doğurması, doğrusunu söyleyeyim beni hiç inandırmazdı. Ama şimdi bakıyorum da yanıldığımı görüyorum. Hem de yine bilmem üstünden kaç sene geçmiş tarih kitaplarından değil, bizzati tarihe şahit olarak. 



Biraz bu olaydan bahsedecek olursak; Seyyar satıcılık yaparak geçimini sağlayan Bouazizi, ekmek teknesinin elinden alınması –ki bu Tunus’ta alışıldık bir durummuş- ve üstüne o gün hakaret görerek hırpalanması Annesinin sözlerine göre o gün çok gururuna dokunmuş. Sonrasında ailesinin tek geçim kaynakları olan bu tezgâhını geri alma çabalarının da boşa çıkması üzerine, bu yerleşik adaletsiz düzene, bu baskıcı rejime karşı kendini ateşe verir. (Ne de ilginçtir böylesi insanların zararı yine kendinedir) 



Bu olay 25 yıllık Bin Ali rejimine karşı bardağı taşıran son damlaydı ve Bouazizi’nin bu olayından cesaret alan halk sokağa dökülüp protestolara başladı. Çok geçmeden Bin Ali yönetimi yıkıldı ve bu olay sadece Tunus’la kısıtlı kalmayıp Mısır ve Libya’ya da sıçradı. Sonrası malumunuz…




Basit görülebilecek bu olayın yıllardır baskı altında yönetilen Arap haklarına nasıl ilham kaynağı olduğunu ve tarihin akışını nasıl değiştirdiğini gördük. Ha peki bu olaydan sonra her şey günlük-gülistanlık mı oldu? Yok, hayır ama artık  halkını sömürüp Fildişi Kulelerinde yaşayan ve  İsviçre’de, Belçika’da Milyar Dolarlık hesaplar açan “Firavun Lider”lerden kurtuldu bu halklar.Ve artık demokratik seçilerle yöneticilerini seçme hakkını kazandılar.Yine diyeceksiniz “Tek kişilik seçimlerle ya da sonucu belli olan seçimler ne kadar demokratik?” Bu gibi düzen değişikliklerinin bir anda tam oturmadığını biz kendi tarihimizden çok iyi biliyoruz.

 

 İşin özeti "Özgürlük Şehidi" Muhammed Bouazizi'nin
 karanlıkları kendini yakarak aydınlığa çıkaran çıkardığını gördük. Ve böylesine lokal bir olayın nasıl bir halkın, halkların kaderinde rol oynadığını gördük. Muhammed Bouazizi bu olaydan sonra halk tarafından kahraman olarak gösterildi ve BBC tarafından da “Yılın Adamı” seçildi. Bundan sonra da  Enver Sedat gibi, Ömer Muhtar gibi Arap diyarlarında adı iyi yad edilecek bir Tarihi şahsiyet oldu. Son olarak Maher Zain’in Arap Baharına atfettiği bu şarkıyla ve daha çok “Freedom” ümidiyle bu yazımı bitireyim.